Okuma : 3654
Yazan : fatih kurtbey kocapinar
Tarih : 23.10.2012 01:31:46
Kategori : Sibel
Eskinin Huzuru, Yeninin Heyecanı
Başlıktan da anlaşılacağı üzere "eski ve yeni" kavramlarını ve bu kavramların bizlerin üzerinde oluşturduğu duygu, düşünce ve ruh halini hiç düşündünüz mü?
Eskinin Huzuru, Yeninin Heyecanı
Başlıktan da anlaşılacağı üzere "eski ve yeni" kavramlarını ve bu kavramların bizlerin üzerinde oluşturduğu duygu, düşünce ve ruh halini hiç düşündünüz mü? Tarafsızca, hatta bir sonuca ulaşma kaygısı gütmeden birlikte bir inceleyelim bu konuyu:

Bir evde yaşadığınızı düşünün, size büyük büyük babanızdan kalmış bir evde. Bu evde doğup büyüdünüz. İlk adımlarınıza, ilk sözcüklerinize, ilk aşk heyecanınıza kısacası bütün "ilk"lerinize şahit olmuş bir ev. Tıpkı babanızın, onun babasının ve büyük büyük babanızın olduğu gibi. Her tuğlasında tarih, her tahtasında yüzlerce anı olan. İçindeki her eşya sizinle bir ruha kavuşmuş, içinden gelen her ses tanıdık. Bahçesinde büyük büyük babanızın diktiği salkım söğüdün budanmış dalları altında, büyük annenizden beri her yıl düzenli olarak açan o gözalıcı güllerden yayılan karşı koyulmaz kokuyu duyarak, sandalyenizde oturup kahvenizi yudumladığınızı hayal edin. Nesilden nesile aktarılan komşuluklarla oluşmuş, gövdesinde kolların kavuşmadığı ağaçlarla kaplı, görkemini tarihinden alan bir mahallede olsun bu ev. Şimdi gözlerimizi kapatıp, bu mahalleyi, bu evi yaşayalım bir süre... Ne hissettiniz? Mutluluk, huzur ve güven duygusu mu yoksa eski, sıkıcı ve bu yüzden duyulan bunalma hissi mi?

Şimdi de başka bir hayal kuralım; Ne zamandır beklediğiniz terfiyi aldınız, artık yeni bir makamınız ve belki de bu makamın getirmiş olduğu yeni bir sosyal statünüz oldu. Geliriniz ve doğru orantılı olarak yaşam kaliteniz arttı. Ancak zaten sınırlı olan özel zamanınız daha da azaldı. Günlük ihtiyaçlarınıza yeteri zamanı ayıramadığınız için bir çoğunu bir arada bulabileceğiniz bir residans'a taşındınız. Artık günün yorgunluğunu atıp kendinizi yenileyeceğiniz spor salonunuza gitmek için; aracınıza binip, trafik sorununu yaşayıp, zaman kaybetmenize gerek kalmadı, residans'ınızın üst katına çıkıp, kulaklıklarınızda çalan ve size heyecan veren müzikle, spor kompeksinizin tabandan tavana kadar olan cephe camından şehrinizin içinden geçen ve her iki yakasında sayamayacağınız kadar ışık gördüğünüz yolun üzerinden sürekli akan trafiği izleyerek, koşu bandının üzerinde ter atabiliyorsunuz. Sonrasında yeni dairenize inip, yeni almış olduğunuz koltuğun üzerinde, dev ekran televizyonunuzdan üç boyutlu filminizi izleyebiliyorsunuz. Karnınız acıktığında dahili telefonunuzu kaldırıp resepsiyon görevlisine siparişinizi verebiliyorsunuz. Ancak bir çoğumuzun bildiği ve sanki bir kadermiş gibi yaşamak zorunda kaldığımız; yan komşunuz dahil kimseyi tanımıyorsunuz. Modern evinizden ve eşyalarınızdan sıkılıp bir komşu sohbetine ihtiyaç duyduğunuzda kapısını çalabileceğiniz kimse yok yada asansörde karşılaştığınız kişinin kim olduğunu anlayabilecek bir fırsatınız, fikriniz olamıyor... Ne hissettiniz? Mutluluk, huzur ve güven duygusu mu heyecan, korku, bunalma hissi mi?
İlk verdiğimiz örneği, modern şehirlerde, daha doğrusu ülkemizdeki modern şehirlerde bulabilmek artık biraz zor. Hele böyle bir mahalle ya iki tane ya üç. İkinci örnek ise hemen hemen hepimizin, biraz daha kısık ve ya biraz daha fazla olanaklarla yaşadığımız hayatın ta kendisi. Bizim ülkemiz ve bizim gibi ülkelerdeki "modern hayat".
Şimdi konuyu biraz daha açmak adına başka iki kısa örnekle dikkati biraz da başka yöne çekelim:
Avrupa'yı ele alalım, yüzlerce yıl önce yerleşik düzene geçmiş, gökdelen yarışı olmayan, eğer özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında yıkıma uğramamışsa; bir noktada durup şehre baktığınızda ne görüyorsanız, sizden yüzyıllarca önce yaşamış birinin de aynı şeyleri gördüğü Avrupa şehirlerini. Bizde bir söz vardır ya hani "ömürlük olsun" diye, işte bütün yapılar bu söz ilke edinilerek yapıldığı ve insanlarının kendi tarihleri ile bir sorunu olmadığı için yaşadıkları yerleri yıktırıp yıktırıp yeniden yaptırmakla uğraşmaz kimse. Kırmızı tuğlalarla bilmem kaç yüzyıl önce örülmüş duvarla kaplı evlerinde huzur içinde yaşarlar.
Birde dünyanın geri kalanını ele alalım; Tabii açlık, kıtlık ve sefaletin kol gezdiği ülkeleri saymazsak. Ekonomilerinin temellerini özellikle inşaat sektörü oluşturur. Gökdelen yarışlarında bir Kuala Lumpur geçer öne bir New York, bir Dubai... İronik olan ise bu sektörün önemli oyuncularının Avrupa firmaları tarafından oluşturulmasıdır. Şimdilerde bizde katılır olduk bu gökdelen yarışına. Dünyanın en eski şehirlerinden, altından katman katman tarih fışkıran, üç büyük İmparatorluğa başkentlik yapmış, üzerinde yetmiş iki milletin yaşadığı İstanbul'umuzu dahil ettik "Yeni Dünya" daki yarışa.
Yazının başında kuralı koymuştuk; sonuç çıkarma derdine düşmeyelim bu yazıda diye. Sadece üzerinde düşünelim, tabii verilecek örnekler çoğaltılabilir. Konu "eski-yeni" karşılaştırması olunca konu sayısı sizlerin hayal güçleri ile sınırlı.